“ATATÜRK’Ü ANLAMAK VE ATATÜRKÇÜ OLMAK”
ATATÜRK’ün “Beni görmek demek behemahal yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir” sözü “ATATÜRKÇÜ Olmak” ve “ATATÜRK’ü Anlamak” açısından çok değerli ifadelerdir. Atatürkçülük, dönemlere göre, kişilere göre ve bazı çevrelere göre değişik biçimlerde yorumlanmakta ve uygulanmaktadır. Bu basit yorumlayıcı ve uygulayıcılar kendi düşüncelerini ATATÜRK’e aitmiş gibi gösterebilmektedirler. Bu bakımdan, “ATATÜRKÇÜLÜK nedir?” ve “ATATÜRK kimdir?” sorularının yanıtlarını O’nun eserlerini dikkatlice okuyarak bulabiliriz.
ATATÜRK, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. Bunun ilk ve önemli adımlarını atmayı başaran ATATÜRK’ün kendisi, eserlerinde de görüleceği üzere, Türk toplumu için yeni bir insan tipidir. O kadar ki, ölümünden 50 yıl sonra bile ATATÜRK’ün düşünceleri ve yaptıkları ile toplumun arasındaki açıklık hala kapatılamamıştır. Sıkı sık “Ah ATATÜRK gibi adam gelse!” veya “ATATÜRK sağ olsa!” sözünü kullanışımız bu özlemi ifade etmektedir. O’nu hala erişilemez bir insan yapan kişiliğini daha gençliğinde görüyoruz. Suriye’de bulunduğu 1908 yılında arkadaşı Müfid’e “Bugünün adamı olmak mı, yarının adamı olmak mı istiyorsun” der. ATATÜRK hala yarının adamıdır. Yalnız Türkiye için değil, bütün mazlum uluslar ve insanlık için yarının adamıdır. O’nu yarının adamı yapan, yüksek insan nitelikleridir. ATATÜRK evrensel kişiliği sebebi ile UNESCO tarafından 1963 yılında ve 1981’de tüm insanlığa örnek insan olarak gösterilerek anıldı.
Düşünce ve hareketiyle yalnız Türk ulusuna değil, insanlığa örnek olan ATATÜRK, düşünce sistemini oluşturan ilkeleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının temeli ve güvencesidir.
Prof. Herbert MELZIG’e göre; Yunan filozofu PLATON’un “krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı” dileğinin iki bin yıl sonra ATATÜRK’le gerçekleşmiştir. Ünlü Fransız devlet adamı HERRIOT’un zihninde “muzaffer bir kumandanla görüşmeyi umarken bir filozofla karşılaştığı” izlenimi uyandıran ve yine onun “Anadolu yaylasında ışık” diye nitelediği Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, yalnız dünümüzü değil, geleceğimizi de aydınlatmaktadır.
Ancak şunu da açıkça görmeliyiz ki, ATATÜRK’ü çok iyi anlamak ve yakın dönem Türk tarihini, Türk Devrimini çok iyi bilmek “ATATÜRKÇÜ Olmak” demek değildir. Örneğin İngiliz tarihçilerinden Prof.Dr. Bernard LEWIS, Lord KINROSS ve daha bir çokları bu konuyu çok iyi bilirler. Fakat İngiliz ve başka uyrukludurlar, ATATÜRKÇÜ değildirler. ATATÜRK öldüğü zaman, dünyada bir çok büyük lider, önemli yazarlar, vs. ATATÜRK için hayranlık ve takdirlerini dile getirdiler. Örneğin ABD Başkanı ROOSVELT, ATATÜRK’e hayran bir insandı ve başarılarını gerçekten çok takdir ediyordu. Fakat bu da bu kişileri ATATÜRKÇÜ yapmaz. Bu örnekleri, Türk olup da aynı takdir ve hayranlığı duyup Atatürkçü olmayanlarla çoğaltmak mümkündür. “ATATÜRKÇÜ Olmak” için, ATATÜRK’ü iyi anlamak, Türk Devriminin ilkelerini benimsemek ve bunun mücadelesini karşılık beklemeksizin vermek gerekir. Resimlerle, rozetlerle ve şiirlerle ATATÜRKÇÜ olunmayacağı açıktır. ATATÜRK’ün de belirttiği gibi “İnkılabın hedefini kavramış olanlar daima onu muhafazaya muktedir olacaklardır.” ATATÜRK, İnkılabını ise 1933 yılında şu şekilde tanımlamaktadır; “İnkılap, Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek çağdaş gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır.”
Bilindiği gibi sağlam ilkeler, bireysel boyutta, organizasyonlarda ve devlet boyutunda başarının temelidir. ATATÜRK’ün ortaya koyduğu ilkelerle aydınlanmak çağdaş uygarlığı yakalamanın temeli olmasına rağmen, yeterince kavradığımızı ve gerek birey olarak ve gerekse ulus olarak aktivitelerimize yansıttığımızı söylemek pek mümkün görünmemektedir. Bugünlerde dahi bilimsel değil bilimsi düşünceler, bir başka deyişle bilim cahilliği ile hurafelere inanışların yanı sıra sorunların çözümünde bilimsel verilere dayanmamak ve hayatta en hakiki yol gösterici olan bilime umursamazlık, sürüp gitmektedir.
SONUÇ OLARAK
Atatürk, Millî Mücadele'de millî birliği temin eden eşsiz bir lider, muharebe meydanlarında efsanevî bir kumandan, devlet kuran büyük siyaset adamı, milletin çehresini değiştiren kudretli bir inkılâpçıdır. Bu vasıflarıyla, insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğunda şüphe yoktur. Kahramanlık ve yüksek insanlık meziyetlerini en yüksek seviyede taşıdığında dünya tarihçileri ve fikir adamları tereddütsüz birleşmektedir.
Tarihin büyük tanıdığı şahsiyetlerle mukayesesi yapıldığı zaman türlü bakımlardan bariz üstünlükleri göze çarpmaktadır. Bir kere bütün bu dehalara üstün tarafı, hem fikir hem hareket adamı oluşudur. O, fikri ve hareketi kişiliğinde birleştirmiş bir lider idi.
Düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür. Memleket gerçeklerinden kaynaklanan, problemler karşısında aklın ve ilmin rehberliğini kabul eden bu gerçekçi görüş, gerek Türk Bağımsızlık Savaşı'nın gerekse onu izleyen Türk Çağdaşlaşma Hareketi'nin esasını oluşturmaktadır.
Atatürk, milletin tarihî seyrini değiştirebilecek üstün meziyetleri sayesinde, memleketi askerî ve siyasî zaferlerle uçurumun kenarından kurtarmıştır. Dünya tarihinde, her türlü imkânsızlığa rağmen inandığı fikri tatbik sahasına dökmüş. "Ya istiklâl, ya ölüm!" parolası ile bir Millî Mücadele kazanmış, arkasından yepyeni hüviyette bir çağdaş millet ve devlet yaratmış adam azdır. İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede, engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği büyük başarı Atatürk'ün ayrı bir özelliğini teşkil etmektedir.
Diyebiliriz ki Atatürk, Türk toplumunda sadece çağdaşlaşma gereğini gördüğü için değil, bu çağdaşlaşmayı en kısa zamanda gerçekleştirecek yolu gösterdiği için ve nihayet çağdaşlaşmaya engel olan etkenleri cesaretle bertaraf ettiği için büyüktür. Esasen "Modern Türkiye'nin Kurucusu" sıfatını da işte bu büyüklüğünden almaktadır.
Büyük Söylev'in sonlarında, Türk gençliğine hitaben çizdiği tablo, aslında, kendisi mücadeleye atıldığı zaman, memleketin içinde bulunduğu tablodur. Atatürk, en güç şartlar altında bile, her şeyin bitti zannedildiği bir zamanda bile, Türk milletine güven hissinin kaybolmaması gerektiği gerçeğini, eseriyle ispatlamış bir millî kahramandır; onun için sembol olmuştur, onun için bayrak olmuştur.
Atatürk, gerçeğin adamıdır; sağduyunun ve ince görüşün adamıdır. Nerde ne yaptı, neye karar verdi ise daima en iyisini yapmış, en hayırlısına karar vermiştir. Halkın eğilimlerini çok iyi sezen ve ruhlara sızmasını bilen usta inkılâpçılığı sayesindedir ki, müşterek arzu ve eğilimler kolayca millî ülkü haline gelebilmiştir. Giriştiği mücadelenin başından sonuna kadar Türk milletinin yüksek vasıflarına güvenmiş, kazanılan her türlü zaferin milletin eseri olduğunu söylemiştir. Bütün teşebbüslerinde millet sevgisine dayanmış, kudretli kişiliği ve gerçeği sezişe dayanan ikna kuvvetiyle kitleleri sürükleyebilecek bir lider olduğunu göstermiştir. Millî kurtuluşa bayrak olan fikirleri, görüşleri ve ölmez eseriyle, tesirleri memleket sınırlarını aşmış, mazlum milletlerin bağımsızlık ve hürriyet mücadelesinde manevî kuvvet olmuştur.
Atatürk; yaratıcısı, yapıcısı olduğu Türk İnkılâbı"nı ifade ederken: "Bu inkılâp, yüksek bir insanî ülkü ile birleşmiş vatanperverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir." diyordu. Kendisi de yarattığı inkılâbın eşsiz bir yapıcısı sıfatıyla bütün dünyaya açık yürekle, samimiyetle ve dostlukla bakıyordu. Gerçekten, "Ne Mutlu Türküm Diyene!" vecizesiyle kalplere millî birliği perçinleyen Atatürk, aynı zamanda insanlık idealinin ve insan sevgisinin de sembolü idi. Yabancıların, "Düşmanlarınız kimlerdir?" sorusuna, "Biz kimsenin düşmanı değiliz; yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız!" cevabını veriyordu. İşte bu insancıl yönü iledir ki tamamen millî nitelik taşıyan "Atatürk İnkılâbı" aynı zamanda bütün insanlığın hayranlığını da üzerinde toplamaktadır