bölümler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yaşar Nuri öztürk'ü 13-14 yıldır takip ediyorum. Kitaplarını, TV programlarını, gazete yazılarını. Yaşar Nuri Hoca Habertürk'teki yazısında 'sükut orucu'ndan bahsetti. Ve artık TV programlarına ve konferansları bıraktı. Ben hocayı çok dikktali takip ettiğim için 'sükut orucu'nun ne anlama geldiğini bilirim. Şimdiye kadar hoca 3-4 kere sükut orucundan bahsedip artık susuyorum dedi.. Bunun gerekçesinide toplumunun iftiraları, zulumleri, körlüğü, ve sağırlığı olarak gösterdi. Ve hoca 2-3 defa sükut orucundan bahsedip artık susuyorum demiştir. Ku'ran'da sükut orucu geçer. En ürpertici geçişi ise, Tebliğ görevi yapanlara verdiği emirdir. Ku'ran tebliğ adamlarına şu emri verir: Artık sus, onlara tebliğin işe yaramadı, artık azap dönemlerine girdiler. Ve ku'ran şu ilkeyi koyar: " her toplumun bir uyarıcısı muhakkak vardır. Uyarıcıları olmayan hiç bir toplumu helak etmeyiz. Bu uyarıcılar tebliğ görevlerini yerine getirirler, ama onların tebliğleri toplumların iftira ve zulumlerini dahada çok arttırır. Bizde onlara azabı ansızın gönderiririz." der. Bu konuyla ilgili yazmış olduğum " uyarı-uyarıcılık ve tebliğ görevi " adlı yazımı okuyabilirsiniz. Kısacası Yaşar Nuri hocam ne zaman sükut orucundan bahsetse Türkiyede mutlaka çok kötü belalar geliyor. Benim kendisini takip ettiğim için bilirim. Bakalım yine bir şeyler olacak mı? Şimdi Yaşar Nuri hocamın iki gün üst üste yazdığı bu yazıları yayıynlıyorum.
Yaşar Nuri Öztürk: Sükût orucuna başlayabilirim! 18/06/2009
|
ÖLÜM oruçları dünya gündeminde her zaman önemli bir yer tutmuştur. Özellikle anlamı ve misyonu olan isimlerin ölüm oruçları. Mesela, Hintli lider Gandi'nin ölüm orucu dünyayı sarsan bir etki yapmıştı.
Kur'an, birçoğumuzun hiç farkında olmadığı, ama üzerinde durulduğunda çok altı çizilesi anlamlar taşıdığının görüleceği bir oruçtan daha söz etmektedir. Bu, başlığımızda verildiği şekliyle "sükût orucu" veya daha açık bir deyimle "suskunluk oru-cu"dur. Bu orucu ilk uygulayan insan ise Hz. Meryem'dir. (bk. Meryem suresi, 26-33) Hz. Meryem, babasız peygamber Hz. isa'ya hamileliği sırasında uğradığı hakaret ve iftiralara karşılık vermek üzere iken sükût orucu emrini almıştır. Sükût orucunun tüm esprisi işte bu noktada aranmalıdır.
Sükût orucu, konuşması kıyametler koparacak büyük ruhların susmasıyla vücut bulan bir oruçtur. Bu oruçtan söz edebilmek için, her şeyden önce, ortada büyük emanet (siz buna misyon, mesaj diyebilirsiniz) taşıyan bir benlik olacak, taşınan emanetin kıymeti bilinmeyecek, emanet taşıyıcıya iftira, zulüm ve hıyanet sergilenecek, emanet taşıyıcının konuşması "domuzun boynuna inci gerdanlık takmak" (Süleyman el-A'meş'in sözü) türünden bir abes haline gelecek... işte bu durumda "sükût orucu" farz olmaktadır.
"Sükût orucu" adını hakkıyla almış bir suskunluk, bir toplum için en büyük felakettir. Çünkü böyle bir oruç, topluma can verecek, yarınların mutluluk üzerine kurulmasına ışık tutacak düşünce, iman ve ufuk devlerinin konuşmaması anlamına gelmektedir. Bunun sonucu, toplumun karanlığa gömülmesi olur.
Sükût orucuna en çok, nankörlüğe uğramış mustarip aydınlar başvurur. Her biri birer boyut yükseltici olan dehaların konuşmak yerine susmayı, meydana çıkmak yerine köşeye çekilmeyi yeğlemeleri kıyamet alâmeti kadar önemli bir sinyaldir. Bir sinyal ki, artık yaratıcı ve erdirici kelamın dinlenmediğini, iyiyi ve doğruyu gösterenlerin horlandığını, ahmaklık ve aymazlığın ortalığı sardığını ve sonuç olarak da bela girdabının eşiğine gelindiğini gösterir.
KÖRLER ÇARŞISINDA AYNA SATMAM!
Şunu asla ve asla unutmayalım: Bir iman ve düşünce adamını baskı, açlık, zulüm, manipülasyon ve benzeri şeyler susturamaz. iman ve düşünce devini bir tek şey susturur: Kitlenin körlük ve nankörlüğü. Şiirin ve imanın ölümsüzlerinden biri olan Mehmet Âkif, buzlu kış günlerinde palto bulamamaktan asla şikâyetçi olmamış ama "kubbenin sa-ğırlığı"ndan şikâyetçi olmuştur. Bir iman ve düşünce adamı, tüm baskı ve zulümlere karşı koyar ama uğruna çile çektiği bir kitlenin sağırlığı, aymazlığı, vurdumduymazlığı onu perişan eder; kolunu-kanadını kırar. Ve sükût orucunu yeğlemek zorunda bırakır.
Sadece fizik varlığımın değil, fikir ve irfan mirasımın da kaynağı, en büyük hocam olan babam bir gün bana şöyle demişti:
"En dikenli kader, körler çarşısında ayna satmaya mecbur olmaktır, oğlum!"
Sükût orucu, körler çarşısında ayna satmak durumuna düştüğünü fark eden ufuk adamlarının susmayı yeğleme kararına varmalarını ifade ediyor.
Tarih bize gösteriyor ki, bir ülkenin ürpe-receği en büyük tehlike, ölüm oruçları değil; körlük, nankörlük ve aymazlığın kahrını daha fazla çekemeyerek sükût orucuna başlama noktasına gelen gerçek aydınların sessizliğe çekilmeleridir. Sizler ne düşünüyorsunuz bilemem ama bendeniz, bugünlerde "sükût orucu mesajı"nı alanlardan biriyim. Ve gerekirse, hayatımda birkaç kez başvurduğum "sükût orucuyla dinlenme" eylemine yeniden başvuracağım. Sefil hesapların çukurlarında çelik-çomak oynamayı hüner sanan bilcümle "küçük adamlar" sevinçten zıplamaya başlayabilirler
|
Yaşar Nuri Öztürk
'Tedbirli sükûn'
19.06.2009
|
VEDİK (Hint Ve-dalarında-ki) hikmetin ölümsüz tespitlerinden biri olan "tedbirli sükûn", Kur'an'da "sekînet" ve "itmi'nan" diye geçen ve dengeli, doymuş ruh halini ifade eden bir tâbirdir.
Yaratıcı ruhun "görünmeyen azıklarından biri olan tedbirli sükûn konusunda Kur'an şöyle diyor:
"Allah odur ki, iman etmiş gönüllerin içine sekînet indirir." (Fetih suresi, 4)
Bu demektir ki, ergin ve üretken benliğin ruhuna, tüm otluklara ve itliklere karşın sakin, mutlu ve huzurlu kalabilme yetisini indirmek de Yaratıcı kudretin etkinliklerinden biridir.
Veda düşüncesinin kaynak eserlerinden biri olan Bagavad-Gita'nın "tedbirli sükûn u anlatan satırlarından şu çıkıyor:
Tedbirli sükûn, görevini dengeli ve dikkatli bir biçimde yapmak ve başarı-başarısızlık kaygısını bir kenara bırakmaktır.
Esasında bu tespit, büyük ruhun da, ölümsüzlüğün de tanımı sayılabilir.
İş yapıp değer üretmeyen, otlaşır veya itleşir.
Yaptığı işin evrensel planda etkilerini bizzat belirlemeye kalkan ise Tanrı'ya ait bir yetkiyi kullanma küstahlığına girişmiş olur ve hüsrana uğrar. Bagavat-Gita şöyle devam ediyor:
Bunun açık anlamı şudur: Mutluluk, birtakım maddî sonuçlara değil, erdemli ve üretken olmaya uyarlanmalıdır.
Sonuç, yani meyve gelir veya gelmez. Ona karar verecek olan zamanın ve sonsuzluğun sahibidir.
İnsanlığın büyük evladından biri olan Goethe (ölm.1832), bu gerçeğe değinirken şöyle diyor:
"İnsanın en yüce mutluluğu kişiliktir."
Aynı Goethe, "Yalnız velûd olan doğrudur" diyerek, değer üretmeyenlerin gerçekten ve gerçekçilikten söz etmeye haklarının olmadığına dikkat çekiyor.
Değer üretmeyenler ölümsüz olamayacakları gibi ölümsüzlükten söz etme hak ve yetkisine de sahip olamazlar. Onlar, para ve mevki sahibi olabilirler ama şu gerçeği asla öğrenemezler:
Para, insanı yoksulluktan kurtarır, eşeklikten değil. Eşeklikten kurtulmak için irfan ve idrâk sahibi olmak, en azından onlara sahip olanlara dost olmak lazımdır.
Madde iştahıyla kirlenmiş "küçük adamlar" yani otlar veya itler böyle bir mutluluğu ne yakalayabilir, hatta ne de kavrayabilir. Bu kavrayışa yarayacak idrâk ve şuur temizliğine eremeyenlere bunu anlatmaya kalkmak ise eşeğe Itrî veya Beethoven dinletmeye benzer.
Vedik hikmet bu sırra erenlerin ödülünü "mukti" yani özgürlük olarak belirler.
Özgürlük, sonsuz olmayana tenezzül etmemenin sanatıdır. Ve bu anlamda bir özgürlük, aynı zamanda, sonsuz olmayana tenezzül etmeyenlerin ödülüdür. Yani özgürlük hem bir sonsuzluk sanatıdır hem de bir sonsuzluk ödülüdür.
Yaratıcı kudret bu ödülü yalnız ve yalnız, emeğinden ve dehasından başka patronu olmayan yaratıcı benliklere nasip eder.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 49 ziyaretçi (63 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
|
|